75 yıl önce 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi kabul edildi. Bildirge, tarihteki en ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, her bireyin özgürce, eşitçe ve onurlu bir şekilde yaşamasının; devletlerin uluslararası bir belge etrafında bir araya gelmesiyle mümkün olacağı fikrine dayanıyordu.
İnsan hakları konusunda uluslararası alanda en temel belge olan bu bildirge; ırk, renk, din, cinsiyet, dil, siyasi veya diğer görüşler, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statüler sebebiyle ayrımı gözetmeksizin hepimizin doğal insan haklarına sahip olduğunu vurgulamakta, yaşama hakkımız başta olmak üzere tüm haklarımıza insan onuruna yaraşır bir şekilde erişmemizi hedeflemekteydi.
Ancak bu belgeyi imzalayan bazı ülkeler uygulamada geri kaldı. Türkiye komşularıyla sıcak ilişkiler kurmaya çalışırken, uluslararası arenada göz ardı edilen birçok asimilasyon politikasıyla karşı karşıya kalmıştır. Bunlardan belki de en dikkat çekici olanı Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazandıktan sonra Türk asıllı vatandaşlarına karşı gerçekleştirmiş olduğu asimilasyon politikasıdır.
Bağımsızlığını kazanan Bulgaristan’a 1944 yılından sonra egemen olan komünist rejim beraberinde ciddi bir asimilasyon politikasını da getirmiştir. Nitekim 1962-1989 yılları arasında Jivkov döneminde bu politika bir ideolojiye dönüşmüş, özellikle Türk kökenli vatandaşların kültürleri tek milletli bir yapı içinde yok edilmek istenmiştir. Bu yönlü ırkçı tutum ise beraberinde Bulgaristan Türklerine uygulanan geniş çaplı bir asimilasyon politikasını getirmiştir.
1984-85 kışının Bulgaristan’da meteorolojik olarak çok ağır geçmesi ve tüm yerleşim birimlerinin dışarı ile bağlantılarının kesilmesini sağlamış; Türk bölgeleri, yabancılara kapatılmış ve mühürlenmişti. Daha sonra asker ve milisler, Türk bölgelerine girerek zorla ad değiştirmeyi başlatmışlar, kabul etmeyenler veya karşı gelenler ise, katliamlara maruz bırakılmıştır. Bu kanlı ad değiştirme operasyonu, önce Güney Bulgaristan’da başlatılmış, Kasım-Aralık 1984 döneminde bu bölgede yasayan yarım milyon civarında Türk’ün adları değiştirilmiştir.
26-27 Aralık 1984 tarihleri arasında Kızılağaç Belediyesi’nde Kayaloba, Yoğurtçular ve civar köylerden yaklaşık 10 bin Türk kadın, erkek ve çocuk, soykırıma hayır demek için Yoğurtçular köyünde toplanır. Bulgar askerleri, toplananları dağıtmak için müdahale edince halkın tepkisiyle karşılaşır. Bu sırada askerlerin ateş açması sonucu üç Türk şehit olur.
Hayatını kaybedenler arasında Nakıplar köyünden Musa Yakup, Kayaloba köyünden Ayşe Hasan ile Türkan bebek de vardır. Köylüler evlerine dönerken bir katliam daha yaşanır ve sayısı bilinmeyen birçok Türk de burada askerler tarafından vurulur. Zorluk çıkaran ve karşı gelenler ise Belene kampına sürgün edilir.
Bu süreçte Bulgaristan Türkleri zorunlu isim değiştirmelere maruz bırakılmış, Türkçe yasağı getirilmiş, dinlerini hür iradeleri ile yaşamaları engellenerek, dini yaşamları kısıtlanmıştır. Kültürleri yok sayılan Bulgaristan Türkleri, Bulgar Hükümeti tarafından zorunlu olarak başka bir kültürün boyunduruğu altına girmeye asimilasyon politikalarıyla zorlanarak kendi kültürlerinden her alanda soyutlanmışlardır. Baskılara karşı çıkan Türk kökenli vatandaşlar ise bütün haklarından mahrum bırakılarak, zorunlu göçe mahkûm edilmiş ve yaşam alanlarında kendi rızaları olmaksızın sınır dışı edilmiştir.
Günümüzde 6,5 milyonluk Bulgaristan nüfusunun 800 binini Bulgaristan Türkleri oluşturmasına rağmen milli azınlık olarak kabul edilmemekte. Ana dilleri Türkçeyi konuşanlar toplumda dışlanmakta. Türk isimli olanların, işe alım ve terfilerinde hala sıkıntı devam etmektedir. Zorunlu Türkçe eğitimine izin verilmemektedir. Zorla değiştirilen isimlerinin geri iadesini bir yasayla gerçekleştirilmesini ve Bulgar ismiyle kalmak isteyenlerin ise dilekçe vermesini yıllardır beklemektedir.
Kısacası; İnsan hakları sözleşmesini kabul eden Bulgaristan Cumhuriyetinin Bulgaristan Türkleri hakkındaki sorumluluklarını yerine getirmesini bekliyoruz. Yaşatılan zulme karşı boyun eğmeyişin, verilen canların, vazgeçilmeyen mücadelenin gelecek nesildeki Bulgaristan Türklerinin etnik kimliklerini rahatça yaşayabilmeleri için olduğunu unutmadan, ulusal ve uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını alabilmek için Bulgaristan Türkleri, birlik ve beraberlik içinde demokratik mücadelelerini devam ettirecektir. Bu hususta BAL-GÖÇ Genel Merkezimiz de üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirecektir.